İnsan nedir? diye bir soru sorsak, basit bir internet taramasında dahi farklı kişiler tarafından verilmiş bir sürü cevap çıkıyor önümüze.

Hepimiz Öğretmeniz Aslında

İnsan nedir? diye bir soru sorsak, basit bir internet taramasında dahi  farklı kişiler tarafından verilmiş bir sürü cevap çıkıyor önümüze. Felsefî antropolojinin konusu olan bu soruyu Takiyeddin Mengüşoğlu, İnsan Felsefesi adlı kitabında uzun uzun ele alır. Yukarıdaki bu soruya, bilgi çağı diye adlandırılan yaşadığımız bu zaman diliminde,  "insan öğrenen bir varlıktır" diye de cevap verebiliriz. Hele bu enformatik bombardıman altında her an öğreniyoruz veya öğrenmek zorunda kalıyoruz. İyi-kötü, doğru-yanlış, faydalı-faydasız, benzer-benzemez her an öğrenme yolunda ilerliyoruz. İnsanlık çağının hiç bir anında bu kadar hızlı bilgi akışının olduğu bir zaman dilimi olmamıştır. Bilerek  ya da bilmeyerek Hem öğreniyor hem de öğretiyoruz aslında.

Doğduğumuz zaman; bir ailenin, bir toplumun, bir kültürün, bir dinin, bir dilin, bir sosyolojinin içinde doğuyoruz. Aileden başlayan öğrenme süreci, sosyalleşme ile birlikte aşama aşama gelişir ve içinde bulunduğumuz tüm kültürel atmosfer,  davranış ve düşünme biçimimize şekil verir.

Gerek yaşadığımız günlük hayatta, gerekse de dijital dünyada her an ilişki ve iletişim halindeyiz. Bu ilişki ve iletişim sonuç olarak karşılıklı etki etmeyi ve etkilenmeyi doğuruyor. Tam olarak işte bu ilişki-iletişim-etkileşim sürecinde öğreniyor ve öğretiyoruz.
Çocuklarımızı severken onlara da sevme biçimini, eşimizle bir sorunu çözerken ev hanesindekilere de sorunu nasıl çözdüğümüzü, komşuluk yaparken nasıl komşu olunuru, evlilik programı izlerken nasıl gelin-kaynana olunuru, araba park ederken nasıl park ediliri, alışveriş yaparken nasıl alışveriş yapıldığını, arkadaşlık yaparken nasıl dost olunuru, boş zaman geçirirken nasıl değerlendirilmesi gerektiğini, ticaret yaparken nasıl ticaret yapıldığını, kitap okurken çevremizdekilere her şartta kitap okunabileceğini, yanımızda çalıştırdığımız kişiye  işçiye nasıl davranılacağını,  ziyarete ya da misafirliğe gidildiği zaman nasıl davranılacağını vs. gibi günlük hayatta  çok daha  sayabileceğimiz şeyleri öğreniyor ve öğretiyoruz. Dijital dünyada yapılan bir paylaşım çok daha hızlı yayıldığı için bu öğrenme ve öğretme süreci çok daha hızlı oluyor. İyi ya da kötü farketmez ahlâk veya herhangi bir davranış, bulaşıcıdır. Gerek dijital mecrada gerekse de toplum içinde yapılan her türlü davranış, her ne kadar bireyselmiş gibi gözükse de  o hareket insanların olduğu yerde yapıldığı için artık bireysel olmaktan çıkar sosyal bir boyut kazanır. Sosyalleşen her şey, sosyal etki gereği herkesi etkiler ve bir şeyleri, birilerine mutlaka öğretir. Velhasılı kelam, beraber yaşanılan bu dünyada usta-çırak ilişkisi içerisinde hepimiz sosyal öğrenme ve öğretme eylemi içerisindeyiz.

Bir Kızılderili torunuyla oturmuş sohbet ediyorlarmış. Torunu,  az ilerde duran biri siyah diğeri beyaz olan iki kurt birbiriyle mücadele etse hangisi yener diye dedesine sormuş. Bilge kızılderili, "hangisini iyi  beslersen evlat" diye cevap vermiş.

Bizler yaşadığımız bu ömür içerisinde neyi besliyoruz? Bilerek ya da bilmeyerek kime, neyi öğretiyoruz? Bu öğrendiğimiz ve öğrettiklerimiz üzerinden iyinin mi kötünün mü, hayrın mı şerrin mi, marufun mu münkerin mi öncüsü oluyoruz? gibi sorular, muhasebe amaçlı sormamız gereken sorular kanaatimce. Biber ekilen bir topraktan domates beklenmez. Neyi ekersek onu biçeriz, neyi öğretirsek onu görürüz toplumda. Testide ne varsa dışarıya o sızar. İneğe hangi otu çok yedirdiysek onun kokusu süte  sirayet eder. Emeğini çekmediğimiz, zahmetine katlanmadığımız bir güzelliği beklemek en hafif tabiriyle ham hayaldir.

 
Son söz: Kim güzel bir işe aracılık ederse onun da o işten bir nasibi vardır. Kim de kötü bir işe aracılık ederse onun da o işten bir payı vardır. Allah her şeyin karşılığını vericidir.(Nisa suresi 85. Ayet)