Bilgi Muhafızları Kitabı İncelemesi; İnsanı diğer canlılardan ayıran en temel özellik, insanın bilme ve akletme yeteneğidir.

Bilgi Muhafızları 

İnsanı diğer canlılardan ayıran en temel özellik, insanın bilme ve akletme yeteneğidir. İnsanın bu iki özelliği; sanat, bilim, teknoloji, düşünce, mimari gibi daha bir çok kurumu meydana getirir.

Hep bu iki yetenek üzerinden koskoca medeniyetler inşa eder insanoğlu. Bu bilgi ve tecrübe, bilge kişiler tarafından kuşaklar arası aktarılabilirse medeniyetler, toplumlar, kültürler ve değerler, birikimsel olarak gelecek nesillere geçer. Onlar bu birikimi muhafaza edebilirlerse, elde ettikleri kazanımlar ellerinden kayıp gitmez. Böylelikle her şeye sıfırdan başlamak zorunda kalmazlar. Aksi takdirde unutularak kaybedilen her birikimi inşa etmek için yeni bir bilgi, yeni bir enerjiye  ihtiyaç duymak zorunda kalabilirler. Unutulan her bilgi ve birikim, tekrar ödenecek bir bedel demektir.

Tanzimat dönemi edebiyatçılarından Muallim Naci,  " Hafıza-i beşer nisyanla malûldür" der. Unutmanın, insana ait bir  eksiklik, bir zayıflık  olduğu vurgulanır  bu sözle. Unutmaya meyilli olan insanoğlu; tarihin köşe taşları olan isimler üzerinden bilgiye ulaşır. Bu isimler, coğrafyaya ve kültüre göre değişir. Bazen Musa ya da Harezmi olur, bazen de Leonardo da Vinci ya da Platon olur. İsimler değişir ama misyonu değişmez. Kuşaklar arası bilgiyi aktarmak, "uzak bir dağdaki suyu şehre taşıyan dev su şebekelerine" benzer. Şebeke sisteminizin ekipmanları eksik ya da sorunluysa o şehre su gitmez ya da şebeke sürekli olarak arıza verir. Bu durum da ağır sonuçları olan bilindik sorunları doğurur nihayetinde. Bilgi, unutulduğu yerde, unutturulduğu yerde rağbet görmez. Rağbet görmeyen, muhafaza edilmeyen, aktarılmayan, dolaşıma sokulmayan bilgi, o toplumdan çıkar gider. Hatta  "âlimin ölümü, âlemin ölümüdür" diyenler, boşuna dememiş.


Bilgi Muhafızları kitabı; Avrupa üniversitelerinde uzun yıllar eserleri okutulan ve Batı'da Avicenna diye bilinen İbn-i Sina'nın Bedbin ve Kambur tarafından esir edilişini konu ediniyor. Bedbin, bilgiyi gelecek nesillere aktarılmasını/muhafaza edilmesini engellemeye çalışan bir figür. Bunun için yüzlerce yıllık bir geleceğe etki edecek çok etkili bir kumpas kuruyorlar adeta: İbn-i Sina'yı hapsetmek.

Yazarımız tarafından "tüm uyuyanları uyandırmak için tek bir uyanık yeter" misyonu biçilen kahramanımız Fuat, kendi yaşadığı yüzyıldan bu kumpası nasıl anlıyor peki? Defterlerden, hafızalardan, internetten, kütüphaneden İbn-i Sina ile ilgili bilgilerin hızla azalmasından anlıyor. George Orwel'in  1984 romanını okuyanlar, bu unutturulmaya çalışılan, hafızalardan sildirilmeye çalışılan planı çok iyi hatırlar. Ki son yüzyılda tarihine, diline, alfabesine, yaşam biçimine çok radikal bir şekilde müdahale edilen coğrafyalar yok değil. Bu coğrafyalara "alzheimer" yaşatılmak isteniyor bu müdahalelerle. Çünkü tüm geçmiş birikim ve bilgiyi, geleceğe sırtında taşıyan en temel unsur kelimeler ve alimlerdir. Bunları aradan kaldırınca tarihsel bir travma ve alzeimer kaçınılmaz olur. Geçmişe müdahale eden geleceği de  istediği gibi inşa eder otomatik olarak. 


Aksiyon filmlerinde  operasyon sahnelerinin hemen öncesinde askerlerin operasyona hazırlanma sahneleri vardır. O hazırlanma sahnesi sizi çok heyecanlandırır, kalbinizi güm güm attırır, hormonları tavan yaptırır. Yazar, hikâyenin daha ilk sayfasında sizi böyle bir operasyonun ritmine sokuyor. Bu heyecan ise; hikayedeki kahramanımızın sosyal bilgiler dersine olan merakından ve onun merağını tahrik eden Nuri hocanın üslubundan kaynaklanıyor. Merak ve dikkat/odaklanma, şevki besleyen iki dost elementtir zaten.Merak+dikkat+şevk+istikrar gibi temel duygusal elementler birbiriyle reaksiyona girince zamanı ve mekanı aşan bilgi ve hikmeti ortaya çıkarır doğal olarak. Bu hikayenin başat ismi ibni Sina'yı bile hâlâ bugün konuşabiliyoruz bu yolla.Ne kadar da ihtiyacımız var değil mi insanı hikmetin peşinden koşturan merak şevkine? Ne kadar da ihtiyacımız var değil mi böyle merağı dinamik tutarak esprili bir üslupla bilgiyi daha cazip hâle getiren öğreticilere? İnsan sormadan edemiyor: Köklü bilgilere ulaşımın çok kolay olduğu bu çağda, acaba bilgiyi aktarırken içine üslup ve duygu katmadığımız için mi  yeni nesillere bu bilgiyi sunamıyoruz? Bilgi akışı bundan dolayı mı zayıf acaba?


Kurtarıcı kahramanlarımız;  zamanlar arası yolculuk yaptıkları portaldan zıplar zıplamaz kendilerini, o ihtişamlı 11. yüzyılın küresel kenti Bağdat'ında hem de kurak bir ortamda tek başına yaşayan ve adına ténéré denilen bir ağacın dibinde buluyorlar. Bu ağaç, bir kaç asırdır orada duran, yolculara yol gösteren ve gölgesinden faydalanılan bir ağaçtır. Yaşadığımız sosyal hayatta böyle gölgesine sığındığımız, bize yol gösterici, elinden-dilinden emin olunan, düştüğümüz zaman elimizden tutacak, bize tabela görevi görecek, çıkarsız samimi dostlara ne kadar ihtiyacımız var değil mi? Hikâyenin bu sahnesinde 11.yüzyıl Bağdat'ının giyim-kuşamları, insan davranışı, kent yerleşimi ve mimarisinden küçük esintiler hissedebilirsiniz.
Kahramanlarımız, Bağdat sokaklarında gezinirken bazı serseri tiplerle karşılaşıyorlar. En ilginci de jöleye benzeyen peltemsi bir yaratık peydah oluyor o anda. Dokunduğu kişiyi "sorgusuzca itaat ettiren bir aptal" a dönüştürüyor ve bizim serseri takımı da bundan nasibini alıyor.Hikâyenin ilerleyen safhalarında kahramanlarımızın  daha çok başına bela olacak bu yaratıktan, kahramanlarımız ellerindeki usturlap aleti sayesinde yaratığı kurutarak kurtuluyorlar. İnsanı sorgulamadan aptalca itaate sürüklemek ve kendisine aşık bir kitle oluşturmak; tüm ekonomik, siyasi, ticari ve  ideolojik egemenlerin işine gelir. O egemenler, düşünmeyen kitleleri kendi fanatizmini yaratarak kendisinin  bağımlısı haline getirir. O yüzden,  soru sordurmayan ve aklı kör eden bu yüzyılın "jöleli peltemsi yarattıklarına" dikkat diyelim. Ki kitapta da o jölemsi yaratığın bilinci ne hale getirdiğine kısaca değiniyor zaten.

Bağdat sokaklarında ibni Sina'nın mektup dostu Biruni' nin ziyaretine giden kahramanlarımız, onun evini, kitaplarını  ve mektuplarını görünce hayretlere giriyorlar. Evden ayrıldıktan hemen sonra kahramanlarımız, Bedbin'in aslında Babilli Urukh isminde bir ilim adamı olduğunu gündem yapıyorlar. Hatta onun bazı buluşlar gerçekleştirmiş olduğunu ama çevresel faktörlerin onun bazı zaaflarıyla birleşerek Bedbin'i kötü yaptığı kanaatine varıyorlar. Bedbin'nin bu durumu da bize şunu gösteriyor: Bilgide bir istikamet ve ahlak olmazsa kazanılan o bilgi, hayatı, toplumu ve çevreyi terörize eder, yeryüzünü ve geleceği fesada uğratır. Bilgi,  ahlaksızın eline geçerse, "ahlaksız-şımarık  güç" ortaya çıkar sonuç olarak.


Zamanlar arası geçişin ve mekan değişiminin hızlı olduğu hikâyede Fuat ve Refik, bu kez bilgi muhafızlarının  karargahına gidiyorlar. Orada geçmişin olaylarını ve geleceğin olasılıklarını gösteren bir hologramda ibni Sina'nın başına gelenleri görüyorlar. Ve onu kurtarmak için hızlı bir hazırlığa başlıyorlar. Bu hazırlık bitince zamanlar arası geçiş yaparak bu kez ortaçağın Hemedan sokaklarına atlıyorlar. Bu sokaklarda gezerken Hemedan zindanlarına düşen İbn-i Sina hakkında olumlu olumsuz bir sürü dedikodu duyuyorlar. Sahih bilgiye ulaşmak emek istediği için, yığınların bilgi kaynağı dedikodudur tarih boyunca. Dedikodu, kendini yormadan, hazır kalıp şeklinde kestirmeden düşünmektir. Çünkü dedikodu söylem değil söylentidir. Bir kaç kelime ya da cümleyle düşünmeye alışan beyinler, zamanla derinlikli düşünmeyi bırakır, yüzeylerde gezinme kolaylığına alışır. Bu tablo ne yazık ki dijital dünyada çok daha hızlı yaygınlık kazanmış durumda.

Hemedan sokaklarını karış karış gezen Fuat ve Refik, İbn-i Sina'nın zindanda tutulduğu kaleye yaklaşıyor. Tabiki kale muhafızlarla korunuyor. Bağdat'ta peltemsi jölenin bir benzeri yine bu kale muhafızlarında da görünüyordu. Bu kez bunun rengi siyahtı. Sadece mümeyyiz bir akla mensup insanların farkettiği bu madde de  diğeri gibi insanın aklını donuklaştırıyor, kalbe ket vuruyor, tüm bilişsel mekanizmayı alt üst edip aptal bir müride çeviriyor kişiyi.
 Fuat ve Refik'in ise bu aptal militanlarla ve Bedbin ve Kambur'un muhafızlarıyla mücadele edecek anı fenerleri vardı. Boğuşma esnasında feneri onların yüzlerine tutarak  kale muhafızlarının kaybettikleri hafızalarını geri getiriyordu. Aydınlanan muhafızlar Fuat ve Refik'le savaşmayı bırakıyordu. Evet... Kaybedilen tarihsel, sosyal, siyasal, ahlâkî ve kültürel hafıza,  her kişiyi ve her toplumu aptal bir fanatiğe çevirebilir. Akletmenin, bilmenin ve düşünmenin aydınlığı,  bu kör karanlık fanatizmi yok eder. 

Tüm bu mücadele, boğuşma ve  zaman-mekan tanımayan çetrefilli yolculuklardan sonra Fuat ve Refik, İbn-i Sina'nın zindanına ulaşıyor. Kahramanımız ile İbn-i Sina arasında boyut, dil ve alfabe farkı olsa da birbiriyle iletişime geçebildiler. Fuat ve Refik için İbn-i Sina ile aynı mekanı ve zamanı paylaşmak üst seviyede bir heyecandı. Boğuşma esnasında insanı aptallaştıran o jöleden Refik' e de bir parça bulaşmıştı. Hazır İbn-i Sina'yı bulmuşken Fuat, Refik'in tedavisini de "tıbbın babası"na yaptırdı. Bu hastalığın şifasını, Refik' e geçmişini hatırlatmak, anılarından bahsetmek olarak görüyor İbn-i Sina. Söyleneni yapan Fuat, Refik'i bu hastalıktan kurtarıyor. Hatta iki arkadaş kısa bir zaman sonra zamanlar arası geçiş yapıp memleketlerine dönüyor. Peki İbn-i Sina kurtuluyor mu bu esaretten?
Sürprizi bozmayalım. Bu sorunun cevabı kitapta saklı kalsın.

Okurlar da fark edecektir ki kitapta geçen sınıf içindeki öğrencilerin  diyalogları ve sınıf ortamını ve öğrenci davranışlarını gözlemleyerek ortaya çıkarılan betimlemeler; hikâyede dönemin şehir ve mimarisine değinilmesi, yansıtılan giyim-kuşam kültürü, toplumun yeme içme alışkanlıklarına yer verilmesi, bahsedilen hastalıklar ve tedavileri, kullanılan bazı orijinal kavramlar sizi hikayenin içine çekiyor, düşündürüyor ve tebessüm ettiriyor.

Kitabın bazı sahneleri eğer resmedilseymiş anlam ve olay daha iyi anlaşılabilirmiş diye düşünüyorum.

Kitabı okuduktan sonra şöyle bir soru oluştu zihnimde: Mezopotamya ve Mısır'ın bilgisi Antik Yunan tarafından; Antik Yunan'ın bilgisi  İslam dünyasındaki Beytulhikme tarafından; İslam dünyasının bilgisi yeni çağ Avrupası tarafından muhafaza edilmeseydi bugünkü insanlık nasıl bir tablo içinde olurdu? 


Tarih boyunca her zaman; aklı örten, zihni tıkayan, insanı edilgenleştiren ve nesneleştiren, özneyi öldüren ve mankurtlaştıran, kör taassublar üzerinden aklı kiraya verdiren, düşünceyi uyuşturan, kişiyi akledemeyen kalabalıklar haline getiren, iradeyi köleleştiren, toplumsal, tarihsel ve siyasal hafızayı  silen Bedbinler, Kamburlar ve  zifiri maddeler olacaktır. Bunlar her çağda form ve içerik değiştirerek coğrafya coğrafya gezecek, kültürlere ve insanlara sızacaktır. Buna karşılık: çağlar boyu insanı aydınlatan, ilmin, kültürün ve ahlakın kapısını açık tutan, karanlıklar içinde kıvranan topluma yön gösteren, cehalet uçurumunun kenarından insana el uzatan, teklif ve tavsiyeleri ile zamanı ve mekanı aşan İbn-i Sinalar da olacaktır.


Yolumuzu yönümüzü ve tarihimizi aydınlatan Refik ve Fuat'ın anı fenerlerine, İbn-i Sinalara ve yazarımız Raşid Burucu'ya selâm olsun...

Hikayesiyle, üslubuyla, olay örgüsüyle, kahramanlarıyla, duygu tonları ve içindeki aksiyonerliğiyle, hafızayı tazeleyen gezintileriyle kitabı çok beğendim. Genç yazarımızın eline, emeğine, yüreğine sağlık.
Devamını heyecanla bekleyeceğiz.

Rabbim, yazarımızın kelamını da kalemini de güçlü muhafızlardan kılsın...

Bilgi-Muhafızları-kitabı