Rüzgarın ve karanlığın yüzüne vurmasını ve içinde bulunduğu bu dalgınlıktan kurtulmayı dileyerek üç saattir oturduğu koltuktan kalkarak feribotun üst katına çıktı.

Saat gece yarısını geçmiş, İstanbul'a varmak için çıktığı yolculuğunu yarılamıştı. Gecenin hüznünü herkes bir parça yüklenmiş gibi uzaklara dalmış, denizin geceyle olan fısıldaşmalarını dinlemekteydi. Rüzgarın masum okşayışları içini üşütmeye başlamıştı. En sıcağından bir çay alıp tahta banklara oturdu. Gecenin ve insanların sessizliğini bozan martıların simit parçası kapmak için verdiği uğraşı seyretmeye başladı. Defalarca bu güzargahta yolculuk yapmış olmasına rağmen ilk defa dikkatle izliyordu bu beyaz kanatlı canlıları. Gecenin içinde oturarak, bir düş aleminden gelmişler gibi pür dikkat seyre dalmıştı kuşları.

Onların bir parça simidi kapma telaşları ve hırsları onları kendisine yaklaştırmış, onları kendisine benzetmişti. Belki bir başkasına söylediğinde kulağa komik gelebilirdi ama o da hayatta bir martı değil miydi? Ne bir yerde durabiliyor ne de gidebiliyordu. Hayata karşı hırsı ve her şeyi yaşamak isteğindeki telaşı martılar sayesinde vücut bulmuştu. Aslında hayatta herkesin bir parça martı olduğunu düşündü. Herkes bir parça ekmeğin peşinde hayat mücadelesi vermiyor muydu? Kâh başkasının kafasını dimdikleyerek alıyor kâh başkasının ağzından düşene hızlı kanat çırpışlarıyla yetişiyor bazen de hakettiğini alıyordu. Gözlerini aşağıdaki martılara indirdi. Yaşadıkları anın farklı oluşunu hisseden; evden, işten, sorumluluktan hatta bir parça hayattan uzaklaşan martılara... Feribotun denizi ikiye bölerek ilerlediği gecede; aşagıdaki Hulusi Amca asgari ücretle okutmaya çalıştığı iki çocuğunu düşünmüyordu artık. Emine Teyze saat başı sızlayan ayaklarını, Mehmet yumruk yumruğa geldiği iş arkadaşını, Emel uzattığı okulu ailesine nasıl açıklayacağını, Mustafa sevgisine reddeden iri gözlü esmer kızı... Zaman bir anlığına yitmişti.

O an kanatları varmış da istediği yere uçabilirmiş gibi geldi. Gözlerini kapatıp rüzgarın yüzüne vurmasına izin verdi. Denizin kokusunu derin soluklarla içime çekti. Ancak yapılan anons artık kalkması gerektiğini söylüyordu. Çayını da bitirememiş ve soğutmuştu. Onu öylece bırakıp sakin adımlarla aşağıya indi.

Arabaya bindiğinde hemen hemen herkes yerini almıştı. Karaya çıkmak için hareket eden otobüste az evvel yaşadığı huzurlu dakikayı unutamayacağını düşündü. Çünkü ilk defa içinde bir yerlere dokunabilmiş ansızın kendi benliğiyle burun buruna gelivermişti.